“Başkalarına olduğu kadar kendimize de yabancıyız” der Montaigne. İnsanın kendisine yabancı olması demek, hiç bir düzeyde ilişkiyi yönetememesi demektir aslında. Kendine yabancı olan birinin kendi yaptığı hataları görmesi de mümkün değildir. Ona göre hep bir suçlu vardır. Bu suçlu da iletişim halinde olduğu kişi ya da kişilerdir. Bu noktada hep şu soruyu sorarım: ‘İletişim ne ile başlar?’ Bugüne kadar aldığım cevaplar genellikle şu düzlemde olmuştur : ‘Sözcüklerle, davranışlarımızla…’ Yanlış değil, ama bu sorunun yanıtı biraz daha derin. İletişim, insanın kendisiyle başlar. Nasıl? dediğinizi duyar gibiyim. Gelin birlikte irdeleyelim. Selamlaşmanın ne kadar önemli olduğunu hepimiz farkındayız kuşkusuz. Barış Manço ‘Selam almayana yiğit denir mi?’ diyerek bu derin konuyu şarkılarına da yansıtmamış mıdır? Selamlaşmak, selam vermek ya da almak, bir kişiye ‘ Sen benim için değerlisin, önemlisin, seni farkındayım’ demenin bir başka yoludur. Selam verme şeklimiz bizi yansıtır. Üstün Dökmen,
Yola çıkınca her sabah,
Bulutlara selam ver.
Taşlara, kuşlara, atlara, otlara
İnsanlara selam ver.
Ne görürsen selam ver.
Sonra çıkarıp cebinden aynanı
Bir selam da kendine ver.
Hatırın kalmasın el gün yanında
Bu dünyada sen de varsın!
Üleştir dostluğunu varlığınla,
Bir kısmı seni de sarsın.
derken, bir selam da kendimize vermemizi istiyor, neden biliyor musunuz? Kendini önemsemeyen, kendine değer vermeyen bir insanın başkalarına değer vermesi beklenemez çünkü. Selamlaşalım, insanlara değer verelim, karşılığı mutlaka gelir. Gördüğümüz halde görmezden gelmeyelim, bir selamdır bu zararı olmaz, hatta karşımızdakinin gülümsemesiyle belki de anlam kazanır. Hemen pes etmek yok ama! Selam vermeyeni o düzeye getirene kadar uğraşmak gerek. Oluyor da…Tarafımdan denenmiştir. Kendini tanımayan insan, bazen öyle bir selam verir ki, gözleriyle döver sizi. Sorarsanız selam vermiştir. Beden dilimiz de önem kazanır iletişimde. Öfkeliysek onu kavgaya dönüştürmemeyi, çok sinirli isek, acısını başkasından çıkarmamayı ancak kendimizi tanıyorsak başarabiliriz. Aksi takdirde ‘Sen çok sinirlisin ama, diyenlere ‘Hiç de sinirli değilim, sinirli olan sensin ‘ deyip sadece paradoks yaratırız. Bu noktada sizlere zayıf yönlerinizi ve kuvvetli yönlerinizi belirlemenizi öneririm. Sonrasında sizi en çok tanıdığını düşündüğünüz kişiyle karşılıklı teyit etmenizi. Ama asıl önemli olan süreç bundan sonrasıdır. Bundan sonra o yönlerinizi geliştirmeniz gerekecek çünkü. Geçenlerde bir büfede yaşadığım bir vakayı paylaşayım sizlerle. Çikolata alacağım, aldım ve iyi niyetle bozuk para vermeye çalışıyorum. Parayı uzattığımda bozuk paralardan bir tanesi çikolataların arasından kaydı aşağıya düştü. Büfe çalışanı ‘Ne yapıyorsun be kardeşim, oraya para konur mu?’ diye azarladı beni. ‘Gerçekten çok doğru söylüyorsunuz’ dediğimde büfe çalışanı şaşkındı ve bana ‘Yani oraya koymasaydınız hanımefendi’ dedi. Gördüğünüz gibi, kardeşimden hanımefendiye, bağıran bir kişiden, nazik bir kişiye dönüşen bu büfe çalışanının sihirli cümlesini aslında öfke kontrolü ile ben kurdurmuştum. Özünde iletişimi doğru yönetmek için iki sihirli sözcük var hayatımızda: Kendini tanı!